Bugün ülkemizin dört bir yanında bir sorun sessizce büyüyor: Dağılmış ailelerin ortasında savrulan bir gençlik…
Artık sadece ekonomik yoksullukla değil, duygusal yoksullukla da mücadele ediyoruz. Sevgi görmemiş, anlayışla büyümemiş, değersizlik hissiyle yoğrulmuş bir gençlik geliyor. Her geçen gün daha çok gencin içine kapanması, öfkelenmesi, suça ya da bağımlılığa yönelmesi rastlantı değil. Altında yatan en derin nedenlerden biri, aile içi bozulmadır.
Boşanmalar arttı, ama mesele sadece ayrılık değil. Aynı evde yaşayan ama birbirine yabancılaşmış anne-babaların çocukları da en az o kadar yara alıyor. Evin içi sevgisizse, çocuk dışarda huzur arıyor. Sanal dünyada, yanlış arkadaşlıklarda ya da uç fikri yapılarda bir aidiyet bulmaya çalışıyor.
Toplumun temeli ailedir deriz. Ama temeli çürümüş bir yapının üst katı ne kadar sağlam kalabilir? Gençliğe umut vermek istiyorsak, önce aileyi onarmak zorundayız. Çocukların sadece karnını değil, ruhunu da doyurmalıyız. Ebeveynlik sadece fiziksel varlıkla değil, şefkatle, anlayışla ve ilgiyle olur.
Bugün bir gencin gözlerindeki boşluk, sadece onun değil, bir milletin geleceğindeki boşluktur. Eğer bu yarayı görmezden gelirsek, geleceğimizi konuşmak da anlamını yitirir.
Çözüm nerede mi? Önce evin içinde, sonra toplumun vicdanında. Sevgiyle büyüyen her çocuk, karanlığa karşı yakılmış bir ışıktır. Ve biz, bu ışıkları çoğaltmakla mükellefiz.